Yaklaşık 15 gün evimizde misafirimiz olan ve özgürlüğe uçurduğumuz güvercinimiz Pıtırcık, artık sık sık bahçemizde geziniyor. Büyümüş, tüyleri epey düzelmiş. Mavi tüylü değil, siyah beyaz karışık, alacalı bir güvercin. Hala biraz saf. Diğerleri bahçeye sedrpiştirdiğim bulgur ve buğdayları yerken, o su kabunda banyo yapmayı tercih ediyor. Sonra buğday yemeye geliyor ancak yine de diğerleri kadar cevval değil. Yakıştırmıyorsam, gözü bizim pencerelerde. Sağlıklı ve keyifli gördüğüme çok mutlu oldum.
Bayram öncesi evimize konuk olan balık ve güvercin dostlarımız, evlerine döndüler. Balığı, sağ salim ailesine teslim ettim. Ancak güvercin epey hırpalanmış olduğundan, bir süre daha konuğumuz oldu. Önceleri gündüz ortalıkta gece taşıma kabında kalırken, çantada daraldığını görüp, bir daha koymadık. Salonda ayna, pencere pervazı, lambalık gibi yüksek yerleri seçtiği için, beslenmesi için gerekli malzemeler de oralara döşendi. Tek sorunumuz, bıraktığı kısmetlerdi. Ona da mecburenkatlandık. Pıtırcık, bugün artık gitmek istediğini belirten uçuşlar ve hareketlilik gösterince, onu daha fazla tutmak istemedim. Sabah karnını doyurup, üst katın penceresinden gökyüzüne saldık. Aşağıda özgürlüğe uçuşun resimlerini bulacaksınız.
Yukarıdaki resimlerde de görüldüğü gibi evi parsellemiş olan güvercinimizi oğlum avuçlarına alıp, üst katın penceresinden gökyüzüne salıverdi. Bir süre ağaçların üzerinden uçtu, sonra karşı evin çatısına kondu. Çok şaşırmıştı. Çatıda birşeyleri gagaladı, sonra yan çatıya uçtu. Gökyüzü ve yeryüzü onundu artık. Çevresindeki saksağan ve güvercinler de ona şaşkınlıkla bakıyordu. Ben de endişe ile izledim. Acaba istemeyeceklermiydi? Fakat az sonra bir başka güvercin yanına geldi ve uzun uzun etrafı birlikte seyrettiler. Belki de annesiydi. Sonra çatıda gözden kayboldu.
Bir iş nedeniyle 1 saate yakın dışarı gidip döndüğümde, onu yine karşıda bir güvercinle yan yana gördüm. Tüylerini tarayıp duruyordu. Belli ki özgürlüğü kanatlarında hissetmek istiyordu. Belki öyle, belki değil. Benim yakıştırmalarımdır muhtemelen bunlar. Ama özgür olduğu ve artık kendi yaşamını sürdüreceği kesin. Sağlıcakla gitsin, mutlu yaşasın.
Bayramdan 2 gün önce, arabamı park edeceğim yerde boynunu içeri çekmiş, bir güvercin gördüm. Yaklaşınca, tüylerinin bir tuhaf olduğunu farkettim. Arabayı durdurup, belki kaçamayacak kadar hastadır diye yaklaşmak istedim ama hızlı adımlarla ve korku içinde bahçeye doğru kaçtı. Anladım ki, biraz uğraştıracak. Eve gidip, balık ağımı alıp düştüm peşine. Uçamıyordu ama bıdır bıdır yürüyerek o bahçe senin, bu bahçe benim koşturup durduk. Sonunda bahçelerden birinde köşeye kıstırıp, ağ ile yakaladım. Kalbi o kadar gümbürtülü atıyordu ki, duracak diye korktum.
Evdeki kedi taşıma çantasında su ve bulgur kapları ile birlikte sessiz ve loş bir köşeye koydum. Çok uzun süre hiç kıpırdamadı. Akşam mecburen elime alıp biraz kontrol ettim. Yarası yoktu ama kuyruk tüyleri sanki didiklenmiş gibiydi. Bebekten yavruya geçiş çağındaydı. O çağdaki bir güvercinin aslında uçabilmesi gerekirdi fakat bunda bir sorun var gibiydi. Mecburen papara hazırladım ve enjektörle gagasından içeri akıttım.
Ertesi gün de ben besledim. Veterinerimizden aldığım bir vitamini de suyuna kattım. Teli olan pencereyi açıp, çanta içinde önüne koyuyordum. Hem temiz hava alsın, hem de dışarıdan gelecek güvercin seslerine heveslensin diye. Baktım pek oralı değil, mutfağın önündeki minik bahçenin üzerini balık ağı ile kapatıp, oraya saldım. Fakat orada rahat durmadı. Uçamasa da, zıplayarak bahçenin misina tellerine kafasını sokup, çıkmak istiyordu. Bir sakatlık olacak diye, tekrar çantaya koydum. Ancak içime sinmedi. Çantada durması, belki beslenmesine ve su içmesine yarıyordu ama kapalı ortamda uçması gecikecekti. Bu arada, küçük toprak güveç içine koyduğum iri bulgur ve buğdayları kendi yemeye başladı. Buna çok sevindim. Zorla beslerken, bayağı korkuyordu.
Sonunda, “ne yapalım temizlerim” deyip, sabahtan evin içine salmaya başladım. Önce koyduğum pencere içinde dolaşıyordu, sonra kanepeye atladı. Birkaç gün içinde salonun bir ucundan bir ucuna kısa uçuşlarla gitmeye başladı. Akşamları çantaya koyuyorum ki, yemek ve su ihtiyacını karşılasın. Eh o da bu sisteme alıştı herhalde, yeyip içip uyuyor. Bugün bayağı güçlü göründü gözüme ama daha birkaç gün salmayacağım. Çünkü bahçede güvercin tüyleri buldum. Belli ki, kediler faaliyetteydi. Pıtırcık‘ın kurtulacağı varmış ki, karşıma çıktı. Karşısına çıkacağı kişiyi de iyi bulmuş.
Şimdi babaannemden kalma antik aynanın üstünde oturuyor ve yukarıdan aşağı ihtiyaç gideriyor. Hani bir misafir gelse, bizi çok ayıplar. Farkına varıp da temizleyemediğim yerlerde şans atıkları görünüyor.
Bir de balığımız var. Komşumuz bayram tatiline giderken emanet etti. Balık bakma tecrübem hiç yok. Anlatıldığı gibi besledim ama balık bir süre sonra sanki hava almak istiyormuş gibi hareketler yapmaya başladı. “Acaba suyun oksijeni mi kalmadı?” diye düşündük. Sonra baktım ağzından hava baloncukları çıkıyor. Eşime: “bunun gazı var galiba” dedim. O da: “sırtına vur da çıkar” diye dalga geçti. Oysa bir sıkıntısı vardı besbelli.
Ertesi gün kaynatılıp soğutulmuş suyunu hazırladım, onu bir başka kaseye aldım, kavanozun dibindeki taş ve kabukları önce fırçaladım, sonra kaynar suda dezenfekte ettim. Hepsi temizlenip, temiz suyu da ilave edip, yerine bırakınca, daha rahatladığını gördüm. Şimdi güzel güzel yüzüyor. Ama sahipleri gelse de, teslim etsem diye bekliyorum. Ben dertlerini anlatamadıklarını düşünüp, daha fazla dertleniyorum. Hele de minicik bir balığın, minicik bir cam kavanozda ömür geçirmesine dayanamıyorum. Düşünüyorum da, balık besleseydim, herhalde salonun yarısını kaplayan bir akvaryumum olurdu.
Yok yok, herkes kendi evinde… Pıtırcık için de gün sayıyorum. O da kendi doğasında daha mutlu olacak. Sadece bir süre misafirim oldu. Acaba beni hatırlayacak mı?
Görüntüleme sayısı: 4835
Yorumlar (11)
|
“Diyabetik Kedi” site yöneticisi