Dıbış ve kardeşleri, bizim arazide “beslediğimiz” bebeklerdi. Onların açık arazide yaşamlarını sağlıklı bir şekilde sürdüremeyeceklerini görünce, sanal ortamda defalarca ilanlarını paylaşmış ve hayvanseverlerden yardım istemiştim. Ancak bir türlü güzel bir haber gelmemişti…
Dıbış ve kardeşleri, bizim arazide “beslediğimiz” bebeklerdi. Onların açık arazide yaşamlarını sağlıklı bir şekilde sürdüremeyeceklerini görünce, sanal ortamda defalarca ilanlarını paylaşmış ve hayvanseverlerden yardım istemiştim. Ancak bir türlü güzel bir haber gelmemişti…
Dıbış, kardeşler arasındaki en çirkin olanıydı. Ama bizim için hepsi tatlı, hepsi sevgi dolu canlardı. Bebekler yavaş yavaş büyüyorlardı ancak epey yabani olduklarından ele gelmiyor, sadece peşimizden koşup, mama kabından beslenmeye çalışıyorlardı. O kadar küçüktüler ki, boyları su kabına yetişmediği için kabın etrafına yükselti yapsın diye taşlar yerleştirmiştik.
Fakat bir süre sonra (Aralık başıydı sanırım), 3 kardeşi de aynı gün ortadan kayboluverdiler. Başlarına bir gelmiş olduğunu düşünüp, tüm araziyi adım adım taradık ama yoklardı. Eğer yerlerini bilen birileri yakalayıp götürmediyse, muhtemelen köpek yakalama kafeslerinden birine girmiş ve sabaha kadar donmuşlardı
. Bunu öğrenemedik.
O zamanlar henüz bir adı olmayan bu bebek ise tek başına kalmıştı. Kardeşlerine sarılıp kendisini ısıtamadığı için, kısa süre sonra hastalandığını farkettik. Gözleri çapaklıydı ve zayıflıyordu. Sosis içinde ilaç vererek tedavi etmeye çalışırken, Nisan ayına kadar ona bakabilecek bir hayvansever çıktı. Acilen yakalayıp, ilk bakımlarını yaptırıp götürmek üzere harekete geçtik.
Çok yabani olduğu için, ancak taşıma kabının içine doğru sıra sıra koyduğumuz mamaları yemek için çantaya başını uzatınca yakalayıp, kliniğe götürebilmiştik. Klinikteki muayene sonucunda, durumunun görünenden daha vahim olduğunu öğrendik. İleri derecede zatürree idi ve 2-3 hafta içinde de Distemper olup olmadığı anlaşılabilecekti.
Adı Dıbış konulup, tedavilerine başlandı. İlk zamanlar çok fazla burnu akmasına rağmen, oldukça güzel yemek yiyordu. Ben de arazide alışık olduğu mamalardan pişirip, kliniğe götürüyordum. Böylece hem Dıbış, hem de çevresindeki kafeslerdekiler besleniyordu.
Her gün ziyaretine gittiğim Dıbış, ilk günlerinin aksine artık kendisine dokunulmasına, hatta kucağıma almama bile ses çıkarmıyor, hoşlanıyor ve uzun zaman boyunca kucağımda uyukluyordu.
2. Haftanın sonunda kol ve başında seğirmeler görülüp, Distemper kesinleşmeye başladığından (20 Aralık), artık yemek yemediği ve yerinden kalkmadığı belirtilince, hiç düşünmeden alıp eve getirdim. Eşim ve oğlumun bundan hoşlanmayacaklarını bilmeme rağmen, izinlerini istedim. Onlar da ne kadar zor bir durumda olduğunu gördüklerinden, hiç itiraz etmediler, üstelik onu sık sık okşamaya ve sevmeye başladılar. Veterinerimizin de izniyle, klinikte yapılan tüm uygulamaları evde yapıyordum ve Dıbış bundan çok hoşlanıyordu.
Bu arada, Distemper’li köpeği olan hayvanseverlerle de irtibat kurmaya, onlardan deneyimlerini öğrenmeye başladım. Gülay, Ayşe ve Sibel Hanımlar, Selim Bey, Fulya Hn, hergün bilgi almaya ve tavsilerde bulunmaya başladılar. Evde yaptığımız tedaviler sırasında da Veteriner Timuçin Bey ve Sinem Hn çok büyük bir destek sağladılar. Bütün Distemper’li köpek sahiplerinin önerdiği Transfer Factor’ü Esin ablası, Neurotrophin’i Sibel teyzesi hemen gönderdi.
Evin şekli, birden bire Dıbış Bey için değişivermişti. Onun rahat edeceği, bizimle birlikte olacağı tasarımlar yapılıyordu. İlk günlerde, geceleri salonda birlikte yatarken, daha sonra üst kattaki küçük odaya taşınmıştık. O koltuğunda, ben de yatakta yatıyordum. Arada el ele tutuşuyorduk, çok hoşlanıyordu. Ama ateş, inlemeler, çiş, kaka vs nedeniyle sabaha kadar uyumuyorduk çoğunlukla. İlk derin uykumuzu, eve geldiğinin 4. gecesi yapabilmiştik.
Bazen kendisi yiyordu, bazen de şırınga ile besliyordum. Mutluydu. İlk günler tuvaleti geldiğinde yerinden kalkıp hasta bezine yaparken, bir süre sonra altına kaçırmaya başladı ama “vıyklayarak” haber veriyordu.
Güneş biraz yüzünü gösterirse, kedi abi ve ablalarından kalan ve çok sevdiği mindere kurulup bahçede güneşleniyor, temiz hava alıyordu.
Serum askısı olarak da salon avizesi kullanılıyordu.
Aniden yükselen ateş (43.1C, 40.3C gibi) onu çok sarsıyordu ama ateşi düşürmeyi öğrenmiştim.
Arada ferahlasın diye, yerde de yer yatağı vardı.
Koltuğu özeldi. Ebru ablası ona çok cici bir battaniye almıştı. Yumuşacık, içinde yatmayı çok seviyordu.
Ayakları ve kasları özelliğini yitirmesin diye, merdivene astığımız bir yürüteç yapmıştık. Distemper’e yenilmeyecektik.
Bizim çabalarımıza karşılık, Dıbış da çok gayret ediyordu. Ama hastalık hızlı ilerliyordu. Seğirmeleri artmış, kol ve bacakları tutmuyordu. Yine de vücudunun çalışması için, battaniyeyi rulo yapmıştım. Dıbış‘ı ata biner gibi üzerine oturtuyor, yanlardan destekliyordum. Bir yandan vücut temizliğini yaparken,bir yandan da küçük bir havlu ile tüm vücuduna masaj yapıyordum.
Çok seyrek gerekse de, oksijen tüpümüz de baş köşedeydi.
Herkes, krizlerden söz ediyordu. nasıl bir şey olduğunu bilmiyordum. Sonunda 29 Aralık sabahı çok iyi olduğunu görünce, birkaç işimi halletmek için 2 saatliğine dışarı çıktım. Geldiğimde, ağzından köpükler geldiğini ve kendinde olmadığını görünce, hemen veterinere koşturdum. O gün, gece yarısına doğru bir kez daha oldu. Mysoline isimli epilepsi ilacına başladık ama ona rağmen sürünca, küçük bir miktar Diazem verdim, sakinleşti ve sabaha kadar deliksiz uyudu. Bu uyku sırasında seğirmesinin de olmadığını gördüm.
Fakat ilacın etkisi tam geçmeden bile ertesi sabah daha uzun süren bir kriz daha geldi. Çok yorulmuştu küçücük bedeni. Yine de her türlü konforunu sağlamak için herşeyi yapıyordum. Bu uzun krizden sonra derin bir uykuya başladı. Artık sürekli uyuyordu. Burun akıntısı, göğsündeki hırıltılar da kalmamıştı. Zatürree iyileşiyordu. Ama hiç hareket edemiyor, hatta başını bile kaldıramıyordu. Yine de umudumuzu kaybetmiyorduk. Vücudunda yaralar açılmasın diye tüm vücuduna masaj yapıyor, kremliyordum. Damardan sıvı gıda vermeye başladım. Daha iyi hissettiğini görüyordum. Ancak midesinin de boş kalmaması için evde çeşit çeşit sulu mamalar hazırlıyor ve şırınga ile içiriyordum. Böylece hem gıda, hem de sıvı almış oluyordu. Çiş ve kaka istemsizce akıyordu. Bundan endişe etmiştim ama burun akıntısı ve hırıltı olmadığı için de hala umutluydum. Belki dinlenecek ve yine direnmeye başlayacaktı.
Yılbaşı akşamı, anneannemizin doğum günü de olduğundan, onu evde bırakmayıp, ziyarete birlikte gittik. Anneanne Dıbış’a bayılıyordu.
Sadece o mu, Hakan abisi de öyle…
01 Ocak 2012. Gece 21.00 sıralarındavücut ısısının düştüğünü farkedip, hemen sıcak su torbaları ile ısıttım. Şırıngayla mama ve suyunu içirdim. Yatmadan önce burun akıntısı yine başladı. Çok şaşırdım. Çünkü tamamen kesilmişti. Yatarken yine kesildi. Gece boyunca saat başında kalkıp, vücut ısısını ve durumunu kontrol ettim.
02 Ocak 2010 04.00’te bir hırıltı duydum. Hemen başını koltuğundan biraz aşağı kaydırınca, sanki musluk açık kalmış gibi burnundan ve ağzından sümükler akmaya başladı. Sabaha kadar da durmadı. 08.00’de kalp atışlarının bir durup, bir çalıştığını farkettim. Gidiyordu. Hastalığının başından beri günde belki 10 defa mesajlarla durumu hakkında görüştüğümüz Ebru ablasına mesajla haber verdim. Okşadım, sevdim, 08.40’da artık kalbi atmıyordu. Acıları dinmişti.
Belki acıları demek çok doğru olmayabilir. Sıkıntıları dindi. Çünkü anlatılanlara bakarak Dıbış‘ın, Distemperin çok büyük acılara neden olan bölümlerini yaşamamış olduğunu ya da hafif geçirdiğini söylemek mümkün olabilir.
Ebru ablası ona vedaya geldi. İlaçlarına, mamalarına koşturduğu Dıbışımız artık bir melek. Kötü anılarımızı en kısa zamanda unutup, onun bize yaşattığı sevgiyi konuşacağız ve mağdur canlara destek olmaya devam edeceğiz.
Biraz sonra, çiçek, bitki, böceklere can verip, doğaya karışacağı mekanına yerleştireceğiz. Ve hep ziyaretçisi olacağız.
Güle güle şanssız bebek. Seni hiç unutmayacağız. Sayende kazandığımız dostlarımızı da…
Dıbış için koşturan, ilgilenen, destekleyen tüm dostlarımıza, veterinerlerimize binlerce kez teşekkür ederim.
Elleri dert görmesin, yürekleri acıyı tanımasın.
Görüntüleme sayısı: 4993
“Diyabetik Kedi” site yöneticisi