Yazar - Aynur BOSTANCIÖykülerimiz

Eylül Kedileri

Eylül başlarıydı. Havalar sıcak, pencereler açık, mutfakta yemek yapmaktaydım. Tek programlı olduğum sesleri duyduğum anda, pencereye koştum. Kızıma her sorduğumda aldığım aynı cevabı duyacağımı bile bile, sesin geldiği yönü kestirmeye çalışırken seslendim: “İlay gelir misin? Kedi sesi mi bu?” “Hayır anne! Kedi sesi değil, tabii ki her zamanki gibi hayal görüyorsun.

Hayır kedi sesiydi işte,  kedi sesi! “İlay lütfen! Gelip dinler misin? Yavru kedi sesi bu!”

Birden pencerenin altında üç dört çocuğun ellerinde yavru kediler gördüm. Pencereden telaş içinde bağırdığımı, bir yere kıpırdamamalarını, kediyi nerden aldıklarını, ben gidene kadar onlara bir şey olursa çocukları çocuk polisine teslim edeceğimi ve daha başka neler sarfettiğimi bilmeden, merdivenleri düşecek kadar hızlı inip, sokağa çocukların yanına koştum. Aman Allahım gözleri açılmamış üç tane yavru kedi!!!

_Çocuklar bunları nerden aldınız? Hadi nerden aldıysanız annesine götürelim.

_Annesi yokmuş bunların teyze, bize Sıdıka Teyze verdi. Depolarına yavrulamış. Yiyecekelerine zarar verir diye atmış sokağa, bunları alın götürün oynayın dedi.

O günden beri dükkanına adım atmadığım Sıdıka hanımın dükkanına girip, neden böyle bir şey yaptığını, Allahtan korkup korkmadığını sordum. Sıdıka hanım, deposunda erzak olduğunu, annelerini iki gün önce kapıyı kilitlemek suretiyle uzaklaştırdığını, bunları da bugün attığını ve hiç de rahatsızlık hissetmediğini, arsız bir şekilde söyledikten sonra,  benim dükkanını terk etmemi isteyen acımasız bakışlarını üzerime dikti.

Çocukların elinden yavruları alır almaz, kapıcının yanındaki kullanılmayan boş depoya yerleştirip, İstanbul’daki veterinerimiz  değerli Hasan Bulut Beyi aradım. Gözlerinin iltihab içinde olduğunu, muhtemelen iki gündür annelerini emdiklerini, birisinin ölmek üzere olduğunu anlattım. Hasan Bey, çocuklara teramisin göz merhemi ve düşük dozda bir suspansiyon antibiotik önerdi. Mamalarını ise ikiye bir süt ve suyla, pirinç unuyla yapmamı bu şekilde doyurmamı. Yeni doğmuş yavrulara pirinç unlu mamayı, ilk defa duyuyordum. Vakit kaybetmemek için, kardeşimle hemen çarşıya gidip ilaçları aldık. Başka zamanlarda beni bir yere götürmek için nazlanan kardeşim, kedi deyince akan suları durduracak şekilde yetişir.

Çok az pirinç unuyla yapılmış sıvı kıvamdaki mamalarını, eczaneden aldığımız minik enjektörlerle ağızlarına, sadece o gün sıkmak suretiyle (ertesi gün inanılmaz bir şekilde anne memesi gibi enjektörlere saldırmaya başlayacaklardı) yedirdik. Antibiotiklerini verip, gözlerine merhemlerini sıktık. Siyah yavru çok çelimsizdi, gözü patlamış gibiydi. Titriyorlardı. Hemen eve gelip komşulardan pet şişe topladım. Çünkü sabaha kadar elimde bulunan bir sıcak su torbasının onlara yetmeyeceğini ve çok çabuk soğuyacağını tahmin edebiliyordum. Beş litrelik pet şişelere ve sıcak su torbasına kaynamış sularımızı doldurduktan sonra, 7 ay boyunca komşum Emine Hanımla birlikte, ilk günler iki üç saatte bir, bir aydan sonra günde iki kez mama hazırlayıp götürerek, depoyu ikinci adresimiz yaptık. Beni bulamayanlar, artık depoya gelip benimle orada hasret gideriyorlardı.

Çocukları ilk iki günden sonra benim depoma taşımıştık. Bir kedimiz siyahtı, ama diğer ikisinin ne renkleri renk, ne de tüyleri tüydü. Kör olur dediğimiz gözler, inanılmaz bir şekilde fıldır fıldır bakıyorlardı artık. Ayak sesimi duyar duymaz miyavlamaları, dünyanın en güzel müziğini duymuş gibi beni mutlu ediyordu. Hele de enjektör annelerine saldırmaları!!!… Çocuklarımı 7 ay boyunca, apt.daki çoğu insandan gizli, depomda büyüttüm. Fındık, Siyah ve Oğluş  o kadar kirlilerdi ki, onbeş-yirmi günlükken yıkamaya karar verip, gene gizlice balkonuma taşıdık. Hava çok güzel ve güneşliydi.Balkonda onları yıkadıkça, ikisinin bembeyaz ve Ankara ya da Van kedisi özellikleri taşıdığını, hayretle fark ettik. Bu arada bütün vücutlarını pire kaplamış olduğunu da gördük. Buradaki ilaçlara güvenemediğim için (henüz çok küçüklerdi) İstanbul’dan Frontline gönderildi. Balkondan evimize de sıçrayan pirelerden, Tıpış’ı da ilaçlayarak bir iki gün içinde kurtuldukJ. Ama ne geldiyse, Siyah’ımın yaramazlıkları yüzünden başımıza geldi.

Siyah, içlerinde en akıllı, en cevval, en çevik ve en en en her şeydi. Depolarımız, bilinen birer küçük oda ebatlarında, ancak üst kısımları sonradan yapıldığı için, sanırım yarımşar metre açıkta bırakılmış.,Benden başka herkesin bütün kışlık ve yazlık ve bilumum işe yarar yaramaz eşyaları oradadır. Bizim Siyah hanım -ki ben onu ilk defa yanılarak doğum yaptığı güne kadar erkek sandım. Hatta oğluşum ne bu karnın, erkek olmasan hamile diyeceğim diye severekJ. Evet bizim Siyah, o depolarda yıldırım hızıyla gezmeye, tepelerde cirit atmaya başlayıncaya kadar, apt.da sessiz sakin geçiniyordukJ. Ta ki Apt.manımıza yeni taşınan yaşlı amcanın deposundaki sucukları,, hergün birer ikişer çalmaya başlayana dekL. Amca artık beni görür görmez, aksi aksi söylenmeye başlamıştı bile. Bende en sevimli-saygılı ifadeler takınarak, aklım sıra amcayı ikna edeceğimi sanıyordum. Bir gün her gelen misafir arkadaşımla indiğim depoda, amcayla gene karşılaştık. Ne dediğini tam olarak şivesinden dolayı (on yıldır burada olmama rağmen, hala bazı kelimelerini anlamam) anlamadığım halde, tamam amcacım, havalar biraz daha ısınsın, yer bakıyoruz götüreceğiz deyip, gülümseyerek uzaklaşırken, arkadaşımın yüzünün rengini değiştiğini farkettim.

_Sen ne dediğini anlamadın galiba, bunları dımıdacam diyor!

_Efendim o ne demek? Ne diyor ne diyor?

_Kızım dimıdacakmış! Anlamadın, onun için salak salak gülümsüyorsun adama. Huyunu biliyorum, yoksa saldırırsın! Dımıtmak:Zehirlemek suretiyle öldürmek demek canım, hadi gül gülebilecek misin şimdi?

Ağzımın dilimin kuruduğunu hissederek çıktığım merdivenleri, yeniden inmeye başladım. Birinci katta oturan amcanın kapısını çalıp, eşine yalvarmaya, azıcık tehditle karışık duygu sömürüsü yapmaya başladım.Teyze sen ona bakma kızım, kızgınlıkla söylemiş ama bir an önce götür, benim de sözüm geçmeyebilir deyince, o gece uyku uyuyamadım. Nevşehir’in birtanesi kedi dostu Yaşar Bey, istediğim zaman istediğim kadar kediyi getirebileceğimi söylemişti ama çocuklarımdan ayrılmak istemiyordum. Ama bu arada amcanın gerçekten filmlerde rastlanan o ters insanlardan olduğunu, araştırdıkça duyuyordum.

Gene birgün, Siyahımın çaldığı sucukları görünce, hemen aylardır yattıkları yuvaları olan kolilerinden koparırcasına alıp, Yaşar Beyin evinin arkasında baktığı onlarca kedinin içine, ağlaya ağlaya bırakıp geldik. Ne o gün ne de ondan sonraki onbeş gün boyunca, gene herkesle ilişkimi kessem de, birbuçuk kilometre olan yeni yerlerine makarnalı ciğer pişirip götürsem de, gözümdeki yaşları dindiremedim. Hani der ya şair, sen ki her yerde hazır ve nazır mısın diye?

Ne yapsam nereye baksam gözümün önünde ille de Fındığımın  mahzun ve titreyen gözbebekleri. Depoya taşınmak zorunda olan arkadaşlarım, artık benimle birbuçuk kilometre yol yürüyüp, yıkık bir duvar üstünden çocuklarıma zorlukla mama vermeye çalışırken, bana yardımcı olmaya çalışıyorlardı. Aylardan Nisan ayıydı, akşam başlayıp gece devam eden yağmurları gördükçe, çocuklarım ne yapıyor diye kahroluyordum. O gece gene yağmurlar yağarken ve gözlerim yağmurla yarışırken, ertesi gün gidip çocuklarımı getirmeye karar verdim. Nasıl olsa yöneticiydim. Kazan dairesine kapatıp, depolarla ilişkisini kesersek, bir süre sonra oradan dışarı gidip gelmeye başlarlar ve böylece gözümün  önünde olurlar dedim. Ertesi gün çocuklarımı getirdikten sonra ki mutluluğumu, sanırım anlatmama gerek yokJ. Allahım, gene bana eşeklerimi kaybettirip buldurmuştu sankiJ. Tabii bir süre sonra işbirliği yaptığım kapıcımın, beni kapı kapı gezip şikayet ettiğini, apartmanda aleyhimde konuşmalar yapıldığını, sonradan duyacaktım. Olsun, amcanın sucuklarına bir zarar gelmiyordu ve komşuların hiç birisi çocuklarımı öldürmekle tehdit etmiyorlardı ya, varsın arkamdan konuşsunlardı. Hiç önemli değildi.

Aradan geçen günler içinde siyah kazan dairesinden kömür çuvallarına tırmanarak borulara borulardan da pencereye çıkarak dışarıya alıştı. Oğluşum ve Fındığım, henüz cadı dediğimiz siyah kadar becerikli değillerdi. Fındığım öyle hassastı ki, kömür tozları onu çok fazla öksürtüyordu. Kırk aklı, kırk fikir dolanıp duruyordum. “Acaba hata mı yaptım? Ya zehirlenirlerse? Ya, bir şey olmaz, zaten kışın bütün kediler böyle yerlerde yatar. Ama onlar gündüzleri gezerler, oksijeni alırlar. Bunlar hiç çıkmıyor. Ah Allahım her şey beni mi bulur? Ah Tıpış’ımın şekerinin yükselmeyeceğini bilsem, bunları da eve alsam?”

Ama benim düşünceli çocuklarım, birkaç günün içinde sokağa öyle bir çıkmaya alıştılar ki, bu kez de içeri sokamaz olduk. Ah bana rahatlık haram. Bu defa da yaz tatili yaklaşıyor, çocuklar bunları rahatsız eder, bunlar insandan korkmayı da bilmiyor, ben yavrularımı nereye saklasam, ne yapsam acaba, Yaşar Beyin barınağımsısından getirmese miydim? diye düşüne durayım, benimkiler mahalledeki çocukların maskarası oluvermişlerdi bileJ. Tembihlediğim birkaç çocuk, benim sadece hayvanlara zarar verildiğinde, ne kadar korkunçlaştığımı diğerlerine anlatıp, olası eziyet ve işkencelerden böylece korumuş oldular.

Dünyalar güzeli Oğluşum, bir yıl dolmadan kayboldu. İlk kızgınlık döneminden sonra ara ara gelip gitmeye başladığı mahalleye, daha sonra hiç gelmez oldu. Bana en düşkün yavrum Fındık, yürüyüş saatlerimi gezme saatlerimi ve ayak seslerimi ezberlemişti. Siyah ise gezip dolaşıp, anneyi arada bir ziyaret eden çapkın delikanlılar (erkek sanıyorum ya) gibiydi. Okullar kapandıktan bir ay sonra yazlığa gidip, bir ay sonra komşumun oğlu Cem’den Siyah’ın depoda doğum yaptığını, üç tane torunumun olduğunu duyduğumda, şaşkınlığımı, çığlıklarımı, sanırım tahmin edersiniz. Yazımın başında da söylemiştim ama ne geldiyse, Siyahımın yüzünden geldi diye. Olaylar bundan sonra hızla gelişti.

Ben dönene kadar Siyah, yavrularını vahşi bir şekilde yetiştirmişti (aferin O na). Ama doğum yaptığı koliyi yuva yapan Siyah (eee, annesinden öyle gördü, ne yapsın çocuk), çocuklarını orada büyütmeye çalışırken, maalesef bütün depoyu da pirelendirmişti. Çocuğunun elinden tutup, karnındaki bileğindeki kızarıklıkları bana gösterip, neredeyse beni apt.mandan kovacak duruma gelen komşularımla, aram bir daha çok iyi olmadı. Hele bir öğretmenin, oğlunun benim hatırıma o kedileri zehirlemediğini itiraf etmesi ve öyle bir öğretmenin çocuk yetiştiriyor olması, beni birkez daha insan olduğuma pişman ettirmeye yetti. Kediler sokakta gezerken, ya toksoplazma bulaştırırlarsaymış. Tabii bu cümleye nasıl gülüneceğini söylemeden, toksoplazmanın çiğ etlerde bulunan bir parazit olduğunu, kedilerin sadece çiğ et yerlerse taşıyıcı  olabileceğini (o da belki), vs.vs. anlatıp durdum. Kapıcım, kazan dairesinde çalışırken çok korktuğunu, yukarıdan pireler hoplarsa (metlerseJ, öyle diyordu) üstüne gelirse ve o da yeni doğmuş, ismini bir dizi kahramanından almış kızı Sıla’ya geçerse, Sıla ne yaparmış??

Uzun lafın kısasında, apartmanda olağanüstü durum ilan edilerek, yöneticilikten uzaklaştırıldımJ. Baktığım yavrular dışında, sokaktaki kedilere de yemek vermememi rica edip, onların heryerde karınlarını doyurabileceklerini, benim kalın kafama  sokmaya çalıştılar. Bu arada Siyahım, çocuklarını çoktan sokağa alıştırmıştı bile. Ama arka taraftaki park yerinde hepsi büyüyemeden, birer birer araba altlarında kalarak ezildilerL. Siyah ertesi aylarda birkez daha, Fındık ilk kez geçen yaz doğum yaptı. Bu defa Siyah yuva olarak, gene aksi bir mobilyacı amcanın dükkanını seçmişti. Aynı zamanda büyük bir marketi olan ve çok iyi bir müşterisi olduğum halde, çocuklarımı bir an önce mağazasından çıkarmamı isteyen beyefendinin marketinden, o günden sonra bir daha asla alışveriş yapmadım.

Kardeşimin deposuna taşıdığımız yavrulara, bir aya yakın orada baktık. Bu arada Fındığımın yavrularına da, arka taraftaki kapıcı dairesinin balkon girişinde bakıyordum. Ama gene yaz tatili gelmişti. Kedilerin hepsini, kardeşimin kapıcısının bahçeli evine götürdük. Sütlerini mamalarını bırakıp, tatile gittik. Bir ay boyunca her şey yolundaydı. Ama bir ay sonra kediler,  birden ortadan kayboldular. Yavrularıyla beraber L. Artık mahallede beni karşılayan, ayaklarıma dolanan, elimdeki poşetlerden ciğeri benden önce çıkarmaya çalışan, önlerine döktüğüm kuru mamaları kıskançlıktan birbirlerinin önünden kapan, sabahları okula giderken İlay’ı taciz eden yavrularım yok!

Sadece her kapıdan çıkışımda, mutfak penceresinden her bakışımda; Fındığımın titreyen, dışarı çıkacakmış gibi titreyen gözbebekleriyle, tatlı miyavlaması, Siyahımın haylaz bakışları, bu çorabı da başına ben ördüm diyen duruşu ve hep çok masum, en güzel bulduğum Oğluşumun masmavi gözleri, pespembe burnu var. Onları her anışımda, yaşlanan gözlerimin önünde. Şimdi olduğu gibi.

Paylaşmak önemsemektir!

Share

0 Yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Copy Protected by Chetan's WP-Copyprotect.