Bugün, artık şu pH meselesini bitirelim diyorum. Bitirelim de, yiyeceklere bir bakalım.  Nerede Kaldığımızı unuttunuz değil mi? Aşağıda turkuaz renkle işaretlediğim bölüme gidin ve oradan devam edin lütfen. 

 

 


Beslenme, son derece önemli ve karmaşık bir konu. Geçenlerde üyelerimizden biri, “pisisinde görülen struvit oluşumları konusunda endişe içinde olduğunu, ileride bunların taşa dönüşmemesi için ne tür tedbirler alması, beslemesi gerektiğini” sordu. Hemen bir cevap vermek istemedik ve bir araştırmaya başladık. Fakat ne görelim, konu struvitten başladı, beslenmeye dayandı. Ama ne bilgiler! Benim dudaklarım uçukladı.

Bu defa, aman ben nasıl yaşıyorum, pisilerime ne yapıyorum?” diye panik olurken, bir yandan da kendi aramızda yazışmaya başladık. Neyse ki biraz sakinleşince, beslenme konusunda hemen hemen her on yılda bir yeni eğilimlerin ortaya çıktığını ve konunun artık mikro düzeyde ele alındığını, her bir parçanın yeni yeni parçalara ayrılarak, yeni bir disiplin olarak ortaya çıktığını hatırlayıp, biraz rahatladık.

 

Şimdi, önce şu struvit konusuna biraz değinelim, sonra da bulduğumuz diğer bilgileri sizlerle paylaşalım.

 

Kedilerde Alt üriner Sistem/İdrar yolu Enfeksiyonları (FLUTD)

Kedilerde kristal ve taşlar, aslında Kedilerde Alt Üriner Sistem /İdrar Yolu Efeksiyonu (FLUTD) olarak bilinen, sistit, idrar yolu kristal ve taşları ve idrar yolu enfeksiyonlarından oluşan birkaç sağlık sorununun toplamıdır.

 

Bu hastalıkların hemen hepsinde, belirtiler birbirine benzer. Bunlar:

·         Sık idrar yapma,

·         İdrar tutamama,

·         İdrar yaparken zorlanma,

·         Kanlı idrar,

·         Kum kabı yerine başka yerlere idrar yapma (kabına yetişememe),

·         Ağrılı idrar yapma,

·         İdrar miktarları ve yoğunluğundaki değişmedir.

FLUTD, kedilerin yaklaşık %10’unda görülebilmektedir.

 

Ürolitler

Kristal ve taşlar, ürolit (urolyth) olarak adlandırılır ve en sık rastlanan türleri, struvit ve kalsiyum oksalat ürolitleridir.

 

Hlth Cond: Urolithiasis Fig3e

Hlth Cond: Urolithiasis Fig3c

Hlth Cond: Urolithiasis Fig3d

100% calcium oxalate monohydrate taşları.

Hlth Cond: BladStonFig2

Hlth Cond: Urolithiasis Fig2b

Struvit taşları.

 

 

 

 

 

Yeni üretilen ve idrarı asidifiye edici mamalar nedeni ile, son 15 yıldır, struvit vakalarında azalma; kalsiyum oksalat ürolitte artma görüldüğü belirtilmektedir. Zira yeni mamalarda, idrarı asidifiye eden içerikler kullanılmaktadır (bu konuda da pek çok yayın var ve yeri geldikçe, onları da sizlerle paylaşıp, tartışmak istiyoruz).

 

FLUTD en çok; fazla kilolu, yaşlı ve erkek İran, Himalayan ve Siyam türlerinde görülmektedir. 

 

Daha çok, erkek kedilerde görülme nedeni ise, erkek kedilerin idrar kanallarının daha uzun ve dar olmasıdır.

 

Araştırmalar, beslenmenin konuyla doğrudan ilgisi olduğunu ve mamaların içlerinde bulunan bazı maddelerin fazlalığının büyük etken olduğunu ortaya koymaktadır.

 

Ailelerin özellikle dikkat etmesi gereken bu maddelerden konumuzla ilgili olanlar, şöyle sıralanabilir:

 

  • Magnezyum: Yüksek oranda magnezyum içeren beslenme türü, struvit urolitlerin oluşumuna yol açmaktadır. Bu nedenle kedinin magnezyum gereksinimi karşılanmalı, ancak aşırıya kaçılmamalıdır. Magnezyum içeren besinler:

Toz kakao
Buğday filizi
Badem
% 70 kakaolu çikolata
Kuru fasulye
Fındık ve ceviz
Tam pirinç
Yulaf gevreği
Mercimek
Entegral ekmek
Kuru incir
Entegral makarna 

 

Peki, süt ya da süt ürünleri iyi bir magnezyum kaynağı değil midir?

 

Magnezyum da kalsiyum gibi kemik gelişimi için oldukça önemli bir mineraldir. Vücutta yeteri kadar faydalı olabilmesi için yiyeceklerdeki kalsiyum/magnezyum oranının 2:1’den fazla olmaması gerekir. Halbuki süt ve süt ürünlerindeki kalsiyum/magnezyum oranı yaklaşık 8:1 ile 12:1 arasında değişir. Buna karşılık etler, kuru yemişler, sebzeler, meyvelerde kalsiyum/magnezyum oranı yaklaşık 1:1’dir.

 

 

 

  • Fosfor: Besinlerdeki fosfor oranının aşırıya kaçması, idrarda magnezyum ve kalsiyum yoğunluğunu arttırmaktadır. Bir başka deyişle aşırı fosfor, struvit taşlarının oluşmasına neden olur. Hemen hemen her yiyecekte fosfor bulunursada en zengin kaynağı protein içeriği yüksek olan et ve süt ürünleridir. Kalsiyum ve protein açısından zengin beslenen kişiler, fosfor içinde zengin beslenmektedirler. Fosfor içeren besinler:

Süt,

Peynir
Buğdaygiller
Fasulye,

Bakla
Mercimek,

Nohut
Patates
 

Bir de yararlı olacağını düşünerek, bazı gıdalardaki mineral oranlarını verelim:

 

 

Kalsiyum

Fosfor

Magnezyum

Sodyum

Potasyum

Yoğurt
İnek sütü
Maydanoz
Roka
Semizotu
Dereotu
Ispanak
Pazı

  121
117
67
120
65
208
99
51

95
92
48
60
44
66
49
46

12
18
26
21
68
55
79
81

46
44
46
44
45
61
79
213

155
137
521
137
494
738
558
379

 Tablo 1. Çeşitli yiyeceklerdeki mineral miktarları (mg/100 g)

 

Önemle vurgulanan ve çok dikkat edilmesi gerektiği belirtilen noktalar ise;

 

  • Magnezyum kısıtlaması yapılmalı, idrarı asidik yapan bir diyet veya idrarı asidik yapıcılar kullanılmalı,
  • Ancak oluşmuş ürolitlerin herhangi bir ilaçla eritilemeyeceği bilinmeli,
  • Azotomik ve yeni doğmuş kedilere idrarı asidik yapıcılar kesinlikle verilmemeli,
  • İdrarı asidik yapıcılarla, idrarı asidik yapan beslenme tarzının aynı anda kullanılmaması gerektiğidir.

 

Vücutta asit-alkalin dengesi

Struvit ürolitlerin nasıl oluştuğu ve dikkat edilmesi gereken konulara kısaca değindik. Ama nedir bu asidik beslenme, asidik yapıcı maddeler? İsterseniz önce beslenme konusuna çok ayrıntılara girmeden bir göz atalım. Çünkü bizler hem geleneksel olarak zengin mutfağı olan, hem de kedileri için gerek en kaliteli mamaları bulmaya çalışan, hatta evde üreten insanlarız. Eh az çok medyayı da takip edip, önerilen beslenmeleri öğrenip, uygulamaya çalışıyoruz. O zaman yanlış nerede? Bir başka deyişle, gözden neyi kaçırıyormuşuz?

Öncelikle kabul edelim ki, her canlı, genellikle, kendi fizyolojik yapısı, yaşı, yaşam biçimi ve içinde bulunduğu ortama bağlı olarak, gıdaları farklı biçimde metabolize eder ve sindirir.

 

Son zamanlarda gelişen bir diyet anlayışına göre, insanların bedensel özellikleri, rahatsızlık tipleri, kilo oranları, yaşı vs. göre oranı değişmekle, birlikte genel olarak ideal bir diyetin % 75 alkali ve % 25 asidik yiyeceklerden oluşması gerekmektedir (acaba insanlar diyerek, canlıları mı kastediyorlar? Maalesef, bu oranların kediler için olanını henüz bulamadım, sizler biliyorsanız, bize yazın. Ben bulursam ,hemen sizlerle paylaşacağım).

 

Vücudun alkalik ve asidik dengesi, tüketilen yiyeceklerin asidik veya alkalik oluşlarına göre değil, vücutta bıraktıkları kalıntıların pH değerine göre değişmektedir. Bu konuyu aşağıda daha ayrıntılı bir şekilde açıklamaya çalışacağız.

 

Bilim adamları, birçok hastalığın sebebini, asidik ortamın artması ve anaerobic (oksijensiz) çevrenin oluşmasına bağlamaktadır. Zira asidik artıkların birikiminin düzenli bir şekilde elimine edilmemesi sonucunda vücutta alkalite azalmakta, asidite artmaktadır.

 

Bu görüşe göre asidite oluşumu; metabolizma, kötü beslenme ve çevresel kirlenmelerin sonucu olup, doğal olarak hücre bozulmasının sebebidir ve asidite, çok hassas yapıya sahip olan hücreleri aşırı derecede tahriş ederek, hastalıklara ve zararlı yan etkilere, normal olmayan hücre fazlalaşmasına (tümör ve kanser) sebep oluyor.

 

Oysa iyi bir sindirim için mide çevresinin asidik olması gerekirken, bağırsakların çevresi ideal olarak alkali olmalıdır. Ancak modern yaşamda uygulanan sağlıksız beslenme nedeniyle bağırsaklar, olması gerektiğinden çok daha fazla asidik olmakta, böylece zararlı parazit ve bakterilerle dolu, sağlıksız bir bünye oluşturmaktayız.

 Asit ve Alkalin (baz) Nedir?

Şimdi içinizi kıyıp, yüreğinizi daraltacağım, haberiniz olsunWink. Hazırlıklı olun.

Hmmm, asidik ve alkalin olması gereken yerleri de öğrendik de, bu asit ve alkalin (baz) nedir? Yooo öyle hemen “sadede gel” diyemezsiniz bana.Sealed Haftalardır araştırıyorum ve sizin için öğrenmeye çalışıyorumYell. İşin doğrusu, bebişler için tabii. Gerçekten de, çalışmanın devamında elde ettiğimiz bilgileri doğru anlayabilmek ve doğru uygulamalar yapabilmek için, bu işin terminolojisini de bilmemiz gerekiyor. Aksi takdirde, internette uçuşan milyonlarca bilgi arasından gerçekten işe yarayan ve doğru olan bilgilere erişmemiz mümkün olmayacaktır. Ayrıca her yazılana da inanırsak, bu 4 ayaklı bebeciklerimize istemeden de olsa zarar vermemize neden olur.Cry İşin sonuçları kadar, kimyasını da öğrenmekten bir zarar gelmezCool.

İşin sonuçları kadar, kimyasını da öğrenmekten bir zarar gelmez. Neyse bunu da Prentice Hall yayınlarından, Biology; The Study of Life isimli kitaptan öğrenemeye çalışalım.

 

Suda çözündüklerinde, iyonları oluşturan pek çok bileşik vardır. Bu bileşiklerin en önemli  iki grubu, asitler ve bazlardır.

 

Asit, sıvı içerisinde hidrojen iyonu üreten bir bileşiktir. Bütün asitler, diğer bir atom veya atom gruplarına bağlanmış hidrojen ihtiva eden moleküllerden oluşur. Bu moleküller suda çözündüklerinde hidrojen, hidrojen iyonu (H+) olarak ayrışır.  Geri kalan molekül ise, negatif bir iyon oluşturur.

 

Hidroklorik asit (HCL), yaşamsal aktiviteler için çok önemli olan bir asittir. Hidroklorik asit suyla karıştırılmadığında, HCL moleküllerinden oluşan bir gazdır. Suda çözündüğünde ise, H+ ve Cliyonlarına ayrılır.

 

Suda çözündüğünde, hidroksit iyonlarını (OH) üreten bileşik de, baz olarak adlandırılır. Pek çok baz, kuru olduklarında, iyonik bileşiktir. Örneğin sodyum hidroksit (NaOH). Suda çözündüğünde, Na+ ve OHiyonlarına ayrılır.

 

Bir asit ve bazın nötr bir sıvı oluşturması için reaksiyona girmesine, nötralizasyon denir.

 

Bir asit ve baz arasındaki nötralizasyon reaksiyonundan türeyen iyonik bileşik ise tuz olarak adlandırılır. Yiyeceklerin içindeki minerral olarak adlandırılan maddelerin çoğu, tuzdur.

Demek ki neymiş? Vitamin-mineral dengesi diye diye dengemizi bozanlar, basitçe tuzlar deseler, daha iyi anlarmışız.

 

Buraya kadar anladım da, peki biz bu asidite veya alkaliteyi neye göre ve nasıl değerlendireceğiz? Bunu da şöyle açıklıyorlar:

 

Vücut kimyamızın sağlıklı olabilmesi için, vücut pH’ının 6.8-7.4 gibi çok hassas bir sınır içinde olması gerekmektedir. Bu hassas dengeyi koruyarak fiziksel, duygusal ve zihinsel bütün vücut fonksiyonlarımızın sağlıklı işlemesini sağlayabiliriz.

 

Yemek kimyası kitaplarında, her yiyeceğin de “pH değeri” denen bir değeri olduğu belirtilir. pH, bir sıvının veya maddenin ne kadar asidik veya alkalik olduğunu ölçmek için yaratılmış özel bir skaladır.

Ay şimdi bayılacağım. Bir de skala çıktı başımıza. Bu işin sonunu getiremeyeceğim galiba. Yok hemen pes etmeyeceğim. Arkamdasınız değil mi? Ben şimdi bu skalayı da öğreniverir, size de anlatırım.

 

Yine Biology; The Study of Life isimli kitapta pH Skalası şöyle anlatılıyor:

 

Suyun (H2O), moleküler bie bileşik olduğunu biliyoruz (öyle olsun). Sudaki moleküllerin küçük bir bölümü, belirli bir zaman diliminde Hidrojen (H+) ve hidroksit (OH) iyonlarına ayrılır. Her su molekülü, 1 Hidrojen ve 1 hidroksit iyonu ürettiğinden, saf suda bu iyonlar eşit sayıda olacaklardır. Su, bu nedenle nötrdür.  (H+) veya  (OH) iyonları eşittir.

 

Bir asit suda çözündüğünde, OHiyonlarının yoğunluğu artar. Bu fazla , OHiyonları, suda mevcur Hiyonlarıyla reaksiyona girer. Bunu yaparken, ilave su molekülleri oluştururlar. Bu, Hiyonlarının yoğunluğunu azaltır.  

 

Sonuç olarak, bazik solüsyondaki H+  yoğunluğu, suda olduğundan daha azdır. H+  yoğunluğu, pH olarak adlandırılan bir ölçüm birimiyle ifade edilir.

 

pH skalası, yüksek yoğunluklu H+ (asit solüsyonları)nın, pH değerinin düşük olduğunu gösteren bir yöntemdir.  Bir başka deyişle, düşük yoğunluklu H+ (bazik solüsyonlar)’nın pH değeri yüksektir.

 

pH skalası, 0’dan (çok asidik) 14’e (çok bazik) kadar sayılarlagösterilir. Ortası 7. Yani 0’dan 7’ye yaklaştıkça yiyecek daha az asidik veya 14’ten 7’ye yaklaştıkça daha az alkalik oluyor.

Nötr bir solüsyonun (örneğin saf suyun) pH’sı 7’dir.

   

Ne kadar kolaymış değil mi? Biz bunu bu güne kadar niye öğrenememişiz ki? İyi de, bu değerleri görerek mi, tadarak mı anlayacağız? Tabii ki hayır. İndikatör denilen maddelerle. pH belirli bir değerin altına veya üstüne doğru gittiğinde, bu maddeler renk değiştiriyor (hani şu bildiğimiz turnusol kağıdı vb) ve solüsyonun asidik veya bazik olduğuna işaret ediyor ama pH değerini net olarak vermiyor. Bu değerleri net olarak gösteren, daha özel kağıtlar kullanılıyor.

Doğal indikatör

kara lahanaİndikatörler de birer kimyasal maddedirler. Kara lahana suyu da bir çeşit indikatördür.


Kara lahana suyu mor renklidir. Bu mor rengin kaynağı, içerdiği “antosiyanin” denilen bir pigmenttir. Eğer kara lahana suyuna asidik bir madde (havuç suyu gibi) eklenirse, karışımın rengi kırmızıya; bazik bir madde (deterjan gibi) eklenirse, yeşile döner. Neredeyse tüm indikatörler gibi kara lahana suyu da, pH değişimi ile (ortamdaki H+ veya OH- iyonlarının miktarının değişmesi ile) ışığı farklı dalga boylarında yansıtır. Renk değişimi gözlemlememizin sebebi budur.

Bazik bir madde eklendiğinde antosiyanin OH- kazanırken; asidik madde eklendiğinde ise hidroksit iyonlarını kaybeder. Bu değişiklikler, ışığın değişik dalga boylarında yansımasına ve bizim kara lahana suyunu kırmızı ya da yeşil görmemize sebep olur.

  

Yaniiii, biz pisimizin idrar neyse de, kanındaki pH değerine bakmak istiyorsak, bağırta bağırta orasını burasını dürte dürte kanatacağız, kanı bir kapta toplayıp, içine kağıdı daldıracağız. Öyle mi? Yok canım. O kadar da değil. Benimkilere idrar tahlili yapacağım zaman tuvalete götürüp, “hadi çocuğum, buraya yap” diyorum, kırmayıp yapıyorlar  (şaka yapmıyorum bu ciddi) ama, “akıt şuraya biraz kanından” dersem, bir tırmıkla turnusolü benim kanıma tuttururlar herhalde.

 

Ortam çok gerildi ya, biraz dağıtmak istedim. Siz bana bakmayın, biraz daha sıkın dişinizi. Az kaldı, bitiyor.  

Hangi pH?

Vücudun aktiviteleri için dokuların pH oranları çok önemlidir. Yukarıda da bahsetmiştik ya, örneğin midede sindirimin normal olarak gerçekleşebilmesi için, mide ortamının asitli olması gerekirken, bağırsakların bazik/alkalin.

Ortamlar böyle de, o mideye giren gıdalar ne olacak? Onların hiç mi değeri yok? Kalplerini kırmadan, onları da kale aldığımızı gösterelim ve bazı yiyeceklerin pH’larına göz atalım: 

Limon 2.2 pH ile biraz daha asidik.

Yumurta beyazı pek asitli değil ve pH değeri 8.0.

Etler de 7.0 civarında pH ile asidik değiller.
Sebzelerin çoğu pH aralığının ortasında bir yerdeler. Örneğin;

Kuşkonmaz ph’ı 5.6,

Tatlı patates 5.4,

Salatalık 5.1,

Havuç 5.0,

Bezelye 6.2,

Mısır 6.3.

Domates pH skalasındaki yeri sebzeler arasında en altta, pH’ları 4.0 – 4.6 arasında değişiyor.

Armut 3.9,

Şeftali 3.5,

Çilek 3.4,

Erik 2.9. 

Şimdi iki ayrı pH değeri ile karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Biri vücudun, diğeri gıdaların pH değeri.

Burada şunun önemle vurgulanması gerekiyor: yiyeceklerin pH’ı ne olursa olsun, onların vücudumuzda metabolize edildikten sonra bıraktıkları kalıntıların pH’ı dikkate alınmalıdır. Bu kalıntılar, vücut hücre ve sıvılarındaki asit ve alkali dengeyi sağlamaktadır. 

 

Akla gelen en asitli besinler, sanırım  limon veya greyfurt diye düşünürsünüz. Oysa bu besinler tüketilmeden önce asidik değere sahip olsalar dahi, sindirim sonrası vücutta alkalin etkisi yapmaktadırlar

O halde, yediğimiz çeşitli gıdalar, kullanıldıktan sonra kanımızı asidik veya bazik hale getirirler. Sağlıklı ve vücudun dayanıklı kalabilmesi için, yenilen gıdaların kanımızı asidik mi, yoksa alkali (bazik) mi yaptığı bilinmelidir.

Sağlıklı kişilerde tüm günlük yiyeceklerin %60-70’inin kanımızı alkali (bazik) yapıcı, kalan %30-40’ının da (ağırlık olarak) asidik yapıcı olması gerekir.

 

Besinler, vücutta metabolize edildikten sonra kalan son ürünün alkali veya asidik  olmasına göre iki grupta incelenmektedir.

Kanı Asidik yapanlar (bunlar hastada çok susuzluk yapar):

         hububat,

         peynirler,

         balıklar,

         etler,

         kümes hayvanları,

         fıstık,

         yumurta,

         ham meyveler,

         bazı ekşi meyveler,

         pazı,

         çay,

         kahve,

         kakao,

         margarin,

         yağlı meyveler.

 

Kanı Bazik Yapanlar (vücudun dayanıklılığını artırırlar, susuzluğu keserler):

        kayısı,

        havuç,

        ıspanak,

        süt,

        portakal,

        üzüm,

        salatalık,

        domates,

        muz,

        lahana,

        fasülye,

        armut,

        elma,

        patates,

        badem,

        fındık,

        turp,

        olgun meyveler,incir, hurma,

        bakliyat (nohut, fasülye, mercimek).

 

Bu arada bitkisel yağlar, esmer şeker ve bal, kanı ne asidik ne de bazik yapar (nötr).

Yukarıda da açıklandığı gibi, yiyeceğin asiditesinden bahsetmenin bir başka yolu da, yiyeceğin kendisinin asiditesini değil de, yiyecek sindirildiğinde vücudun asiditesini ölçmektir. Bir başka deyişle, bu ikinci perspektifte, bir yiyecek asidik olarak adlandırılmaz, asit oluşturucu olarak adlandırılır da denilebilir.

 

Aslında asit oluşturan yiyecekler kavramı, pH kavramından çok daha karmaşıktır. Bir yiyeceğin ne kadar iyi sindirildiği, hangi derecede asit oluşturup oluşturmadığını etkileyebilir. Birçok yiyeceğin bileşiminde de, normalde sindirim sırasında değiştirilebilecek, önceden oluşmuş asitler vardır. Ancak sorunlu sindirimi olan bir kişide, bu asitler değiştirilemeyebilir ve yiyeceğin asit oluşturucu özellikleri artabilir.

Asit-kül, alkalik-kül yiyecekler

 

 

Bu “asit oluşturucu” kavramına benzer olarak, “asit-kül, alkalik-kül” kavramı vardır.

 

Bu kavrama göre, yiyecek vücutta kimyasal olarak parçalanmaz, geride bir kül kalıntısı bırakarak yakılır ve bu kül kalıntısı daha sonra mineral içeriği için ölçülür.

  • Asit-kül yiyecekler, geride klorür, fosfor veya sülfür konsantrasyonu yüksek kalıntı bırakan yiyeceklerdir. Bu yiyeceklere “asit-kül” denir çünkü klorür, fosfor ve sülfür, vücutta asit yapmak için kullanılan minerallerdir. 


  • Alkali formdaki mineraller 5 adettir. Bunlar, kalsiyum, potasyum, sodyum, magnezyum ve demir mineralleridir. Bütün bu mineraller, sağlıklı alkali bir çevre yaratmak için çok önemlidir. Bu mineraller, asidik minerallerle birleşerek toksik maddeleri vücuttan atarlar.

Asit-kül Diyeti

Bedenimizin kimyası, normal koşullar altında alkali özelliğe sahiptir. Herhangi bir sağlık sorunu olmadığında, bedenin kimyasal yapısı en yeterli durumdadır ve sindirim sürecinin tüm artık ürünleri hızla boşaltılabilir.

 

Bununla beraber asidik besinler fazla alındığında, beden ile kan dolaşımı alkalik yerine asidik hale gelir, kanı temizleyen organlar aşırı aktif çalışır. Bu durumda eğer çok yorgun düşülürse, hastalıklara yakalanma riski artar.

Bunun yanı sıra, zehirli artıkların dışarı atılmaları da zorlaşır. Bu durum, çeşitli hastalıkların oluşmasına yol açar.

Asidik toksinlerin kalıntıları vücutta;

·         hücre iltihaplanması,

·         mafsal ve kemik bozulmaları,

·         mafsal şişlikleri,

·         vücut ağrıları,

·         tümörler,

·         lenf tıkanıklıkları,

·         aşırı sümüksü madde üretimi,

·         deri ve cilt sorunları,

·         allerjiler,

·         üşütmeler,

·         grip,

·         bademcik iltihabı,

·         görüş kaybı gibi semptomlara sebep olurlar.

Bütün bunlara ilaveten asidik ortam, mantar ve parazitlerden oluşan enfeksiyonların ağırlaşmasına da sebep olur. Bütün virüs enfeksiyonları, asidik artık ortamlarda oluşurlar. Asidik artıkların hepsi vücudu kolayca terk etmezler, terleme idrar ve diğer yollarla vücut dışına atılan bu artıkların bir bölümü, konsantre biçimde organların herhangi bir bölümünde uykuya yatar ve çevresinde bulunan hücreleri de mutasyona (değişime) uğratarak, istenmeyen anormal hücre büyümelerine sebep olabilirler (kanserojen).


Bedenin asiditesini azaltmak ve aynı zamanda birçok hastalığı tedavi etmek için, asit-alkali dengesinin korunması şarttır.

Besinleri alkali hale getirmek için, -özellikle tahılları- doğru pişirdikten sonra tüketmeliyiz.

Örneğin ekmek kızartıldığında, nişastası meyvalarda bulunan ve kolay sindirilebilir bir karbonhidrat olan ‘meyva şekeri’ne, yani fruktoza dönüşür. Bu nedenle kızartılmış ekmek, taze ekmekten daha alkali ve sindirilebilir özelliklere sahiptir.

 

Aynı şekilde beyaz pirinç, pişirilmeden önce 30 dakika kadar suda bırakılırsa, asidik nişastasının birçoğu, yıkanma sayesinde temizlenir ve bedene daha az zararlı hale gelir.

Vücudun asidik pH’ı, vücudumuzun üç önemli alkali-minerali olan sodyum, kalsiyum ve magnezyumun dengesini bozar. Vücut asidik ortamı nötralize etmek için, kalsiyumu kemiklerden alarak kullanır. Bunun sonucunda, vücutta yedek olarak depolanmış alkali mineral dengelerine zarar verilir.

 

Vücuttaki asidite göstergeleri nelerdir?

Kronik yorgunluk hissi

• Fazla mukus üretimi

• Burun tıkanıklığı

• Enfeksiyonlara yatkınlık

• Heyecanlı, sinirli, irite ruh hali

• Kuru saç, güçsüz saçlar

• Baş ağrısı

• Eklem ağrıları

• Kas ağrıları

• Sık uçuk oluşumu

Asiditenin neden olduğu hastalıklardan bazılarına da bir göz atalım isterseniz.

 

Deri Reaksiyonları


Kan, deri aracılığıyla zehirleri atmaya çalışır. Bu zehirlerin biriktiği yerlerde yara, çıban ve sivilce oluşur.

Gaz


Bağırsaklardaki sindirilmemiş besinlerin çürümüş atıkları, kokulu gazlar oluşturur ve bu gazlar kısmen kana karışarak daha fazla zehirlenmeye yol açar.

 

Basurların sebebi genellikle gazlardır. Bu gazlar bağırsaklardan yukarı çıkarak karın bölgesine ve mideye de geçebilirler, midede ve bağırsaklarda gerilmelere ve sonuçta geğirmelere neden olurlar. Bunlar ağızda kötü kokulara ve ekşi tada yol açar.


Kabızlık


Kabızlık, bağırsakların zehirli atık ürünlerle tıkanmasıdır ve birçok hastalığın temel nedenidir. Bu durumda bağırsağın tüm iç yüzeyi, sindirim sıvılarının salgılanmasını azaltan ve sindirim gücünü yavaşlatan yapışkan bir mukus tabakasıyla kaplanır. Daha fazla atık maddenin eklenmesiyle kalınlaşan ve katılaşan bu tabaka, bağırsak boşluğunu besinlerin geçmesini engelleyecek kadar doldurur.


Safra ve Böbrek Taşları


Bunlar safra kesesinde ve böbreklerde biriktirilmiş kristalize zehirlerdir. Kum taneciği kadar küçük veya safra taşlarındaki gibi kaz yumurtası kadar büyük olabilirler.


Damar Sertliği ve Yüksek Tansiyon


Zehirli atıklar ve yağlı maddeler kan damarlarının iç yüzeyine, özellikle ince kılcal damarlara yapıştığında ve kan akışını engellediğinde kalp kası kanı bu daralmış damarlardan geçirmek için daha çok çalışmak zorunda kalır. Kalp büyür, yüksek tansiyon, kan pıhtılaşması, kalp krizi ve çarpıntı sonuçlarını doğurur. Aynı zamanda böbrekler ve endokrin salgıları da bedeni zehirlerden temizleme çabasıyla kan basıncını artıracak çeşitli kimyasal maddeler salgılar. Yüksek tansiyonun ilk uyarıcı belirtileri baş ağrısı, baş dönmesi, soluk tıkanması, kalp çarpıntısı ve terlemedir.


Artrit


Eklem yerlerindeki kemiklerin uçları kemiklerdeki sürtünmeyi destekleyen yumuşak bir kıkırdak ile kaplıdır. Bu kıkırdakları yağlayan sıvıda atıklar biriktiğinde eklemler şişer, eklem uçları katılaşır, sivrilir, kıkırdak kurur ve gevrekleşir. Yavaş yavaş sıvı salgılanması tamamen kurur ve eklemlerin karşılıklı uçlarında artrit olarak adlandırılan bir rahatsızlık ortaya çıkar.


Karaciğer Rahatsızlıkları

 

Karaciğer, bedendeki bütün zehirleri nötrleştiren ve ortadan kaldıran filtre gibidir. Hasta karaciğer, kirle tıkanmış bir filtreye benzer. Besinlerdeki yağları tam olarak sindirmek için yeterli safrayı salgılayamaz. Zehirle yüklü safranın kan dolaşımına karışması, sarılık hastalığına neden olur; sertleşip taşlaşması ise safra taşlarını oluşturur.


Diş Çürümesi


Vücuttaki zehirli atıklar diş çürümelerine ve ağız bozukluklarına da sebep olurlar. Bu atıklar, diş minesinin yapısını da eritir ve diş içini parçalar. Diş etinin yavaş yavaş dejenere olması, sonuçta diş kaybına sebep olur.

 
Ancak bahsedilen sakıncalarının yanısıra asidik idrar, kalsiyum ve magnezyumun, fosfat ve karbonat taşlarının atımını kolaylaştırır, aynı zamanda idrar yolu enfeksiyonlarının tedavisinde kullanılan bazı ilaçların etkinliğini de arttırır.

 

Alkali-kül diyeti (Alkaline-ash diet)


Diyette alkali oluşturan besinler arttırılıp, asit oluşturan besinler kısıtlanır. Ürik asit taşları ve sistin taşları bulunan kişilerde bu diyetten yararlanır.

 

Alkalik-kül yiyecekler, geride magnezyum, kalsiyum ve potasyum konsantrasyonu yüksek kül bırakan yiyeceklerdir.

 

Bu yiyeceklere “alkalik-kül” denir, çünkü bu mineraller vücutta alkalik bileşikler (bunlara baz denir) oluşturmada kullanılır (magnezyum hidroksit, kalsiyum hidroksit, potasyum hidroksit dahil olmak üzere).

 

Görülüyor ki, aldığımız gıdalar, vücudumuzun kimyası üzerinde, yaşam kalitemizi etkileyen çok önemli değişiklikler yapıyor. Fakat biz yukarıda bahsedilen gıdaları tek başlarına almıyoruz. O halde birbirleriyle etkileşimleri nasıl bir sonuç doğuruyor?

 

 

İşte bu noktada, Trofoloji bilimdalından da bahsetmemiz gerekiyor. Ama hemen değil. Önce buraya kadar bir daha okuyun bakalımTongue out.

 

LaughingArkası yarın…

Paylaşmak önemsemektir!

Share

6 Comments

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Copy Protected by Chetan's WP-Copyprotect.