O bizim evimize teşrif eden ikinci güvercindi. Diğerini sanırım yazılarımdan hatırlarsınız: “Verka”m. Verka bizimle yedi sekiz ay yaşamıştı ama Zöhrem o kadar yaşamadı yazık ki. Zöhremin sırt tüyleri tamamen dökülmüş, kanat altları kıpkırmızıydı. İlk gün Rivanol’le sırtını, kanat altlarını temizleyip, Furacyn pomad sürdüm. Diğer günlerde ise Medicasol ve Furacyn’e devam ettim.
Bu arada Zöhrem, odasında birkaç gün süreyle taşıma kabında baktığım iki hasta sokak kedisinin ölümüne ve benim gözyaşlarıma, üzüntülerime şahit de oldu. Bir süre sonra birden dikkatimizi çekti ki: Zöhre’nin sırtında yeniden tüyler çıkıyor. O günkü mutluluğumuz anlatılamazdı. Zöhremin evde Güzel’le ilişkisini, daha doğrusu Güzel’in onu yeme girişimlerini anlatmalıyım. Zöhre’yi eve getirdikten sonra, yeğenimin oyun parkını bir odaya kurup (oyun parkı o kadar çok işime yarıyor ki; her hayvansever eğer yeri yoksa böyle bir park edinsin bence) içine Zöhre’yi yerleştirdim.
Güzel, ilk günler parkın yanına geliyor, mavlıyor, ben “hayır” der demez yere yatıp debeleniyor, bana sevimli görünmeye çalışıyordu. Olur da o sevimliliğine kanar, Zöhre’yi önüne atıveririm sanarak. Ben veya İlay ne zaman Zöhre’nin odasına girsek, Güzel çıldırıp ağlıyor, kapıyı açtırıp, gelip hemen parkın yanına yatıp, debelenmeye başlıyordu.
Bilgisayarımız Zöhremin odasında durduğu için, arıza çıkarmadığı zamanlarda ben yazarken, o da sanırım kalavyenin tuşlarının tık tık seslerinden, arkadaşlarıyla birlikte yediğini sanarak, tık tık diye yemlerini gagalıyordu. Sonra bilgisayar iyice arıza yapmaya ve ben açmamaya başladım. Genelde yemediğini gördüğüm zamanlar da, tuşlara tık tık vurarak yemesini sağlamaya çalışıyordum. Günden güne Zöhre’nin iştahı iyice azalmaya, Güzel’in ise iyice kabarmaya başladı. Artık bizimle birlikte, kapıyı açık bulduğu anda içeriye dalıyor ve parkın ağ örgüsüne patilerini geçirmeye çalışıyordu.
Birkaç kez Zöhre’ye yakın yerlerde tırnaklarını ağa geçirip, İlay’ın ve benim telaşlı çığlıklarla çekiştirmemize neden oldu. Güzel havalarda odanın penceresini açıyordum. Birkaç kez sabah namazına, onun sayesinde kalktım. Çünkü artık kanat çırpmaya başlamıştı. Ve o sesler, seherin sessizliğinde aniden uyanmama, hatta korkmama bile sebep oluyordu. Balkona çıkarmak istiyordum ama “ya uçmaya çalışır, düşerse?” korkusuyla vazgeçiyordum. Yıllardır yürüyüş yaptığımız yolu, kardeşimle beraber biraz daha uzatmayı düşünüp, uzattıkça uzattık. Artık sabahları bir saat yerine iki-iki buçuk saat yürüyorduk. Yeni yürüyüş yolumuzda küçücük bir baraka ya da kümes benzeri bir evceğiz vardı.
İlk günler dikkatimizi fazla çekmedi ama sonraları orada bir iki adamla, dünyalar güzeli güvercinleri bir arada görmeye başladık. Kimi güvercinler yemleniyor, kimi uçuyor, kimi geziniyordu. Birkaç kez Zöhre’yi anlatıp, bilgi almak istedim. Ama kardeşim “bunlar da atanlar gibidir belki, ne bilirler ki” diye, beni vazgeçirdi. “Derdini söylemeyen derman bulamaz” diyerek, sonra sonra iyice kafama koydum onlarla konuşmayı ve her kafama koyduğumu yaptığım gibi, gidip durumu anlattım.
Adamcağız güvercin hastası biriydi. Sadece besleyip-yavrulatıp bakıyor, bakıyordu. Yeni doğmuş, tüyleri çıkmamış cıbıl yavrular sevdik. Dünyalar güzeli bembeyaz (Tıpışım gibi) mağrur bayanlara baktık. Ve Ali Beye o kadara güvendik ki, onun da isteğiyle Zöhre’yi kardeşlerinin yanına götürmeye kara verdik. Ertesi gün için sözleştik ama ertesi gün o kadar çok yağmur yağdı ve adamcağız bizi yağmurda bekleyemediği için, Zöhre’yle kısa bir yolculuk yapıp geri döndük. O gün arabada Zöhre’nin kafasını ve gözlerini fıldır fıldır döndürerek gidiş dönüşünü hiç unutmayacağım.
Ali Bey, “ancak bir hafta sonra Zöhre’yi alabileceğini, bu süre içerisinde görevde olacağını” söyledi bize. Ve Zöhre’mle beş gün daha birlikte olduk. “Zözö” diyordum içeri girdiğimde, dans eder gibi oradan oraya gidip geliyordu bir buçuk metrelik oyun parkında. “Zözöcüm, canım, vallahi bana hiç bir sıkıntın yok ama senin daha mutlu olman için arkadaşlarınla birlikte olman lazım, uçmayı öğrenmen lazım, bak kanat da çırpıyorsun, sana engel olmamak için seni götüreceğim e mi yavrum?” diyordum. Hiç yorum yapmıyordu.